Bobby Sands: Yanlış yerde doğru adam
Bobby Sands, politik bir davanın, aslında ölümcül özgürlük arzusunun savaşçısı olmanın yanı sıra, şair, şarkı sözü yazarı ve güçlü bir aktivist.
Bazı insanların hayatları mahvolmayacak kadar değersizdir. Kimilerinin ki de uzun sürmeyecek kadar kutsanmış. Ve ikinci grupta yer alanlar, kendilerini usul usul mahvedip yok ederken, yeni dünyalar, yeni değerler yaratırlar ya da yeni dünya ve değerler için ilham verirler. Nasıl erdemli, olunması gerektiği yerde nasıl fedakâr, ketum ve güçlü olunması gerektiği hakkında kılavuzluk eder, gönüllü rehber olurlar.
Bir zamanlar IRA (Irish Republican Army-İrlanda Cumhuriyet Ordusu) mensubu Bobby Sands, kanımca bu tür insanlardan biri. Kendisi politik bir davanın, aslında ölümcül özgürlük arzusunun savaşçısı olmanın yanı sıra, şair ve şarkı sözü yazarı ve güçlü bir aktivist. Kendi yok olurken, etrafında ışıl ışıl parıldayan varlık alanları oluşturmuş bir genç adam.
Bobby Sands‘in hayatı, sanatı ve ölümü birbiri içine geçmiş, öyle girift bir hal almış ki, birini ele alırken diğerlerini de ele almak kaçınılmaz oluyor.
Kitabın giriş yazısı, Sands’i yakından tanıyan dava arkadaşı Danny Morrison tarafından yazılmış ve bu yazıdaki şu sözler Bobby’nin yaşamının sanki bir tür kaçınılmazlık ve ilahi bir yönelimle gerçekleştiği izlenimi duyuruyor: “Bobby, küçük bir çocukken, Cornmoney Tepesi ve Glen Gormley civarındaki tarlalarda, İrlanda Cumhuriyetçiliğinin babası Wolfe Tone’nun neredeyse iki yüzyıl önce durup İrlanda’daki İngiliz yönetimini sona erdirmek için yemin ettiği Cave Tepesi’nin gölgesinde oynardı.”
Ölüm orucunun 61. gününde henüz 27 yaşındayken
Bu anekdot oldukça trajik. Çünkü Bobby, neredeyse tüm hayatını hapishanelerde geçirmesine neden olacak bir düşüncenin, hatta ölümüne neden olacak bir meselenin kıyısında, hiçbir şeyden haberi olmadan neşe içinde oynayan masum bir çocukken, onu içine çekecek olan tutsaklık, işkence, açlık(!) ve ölüm kokan yaşamı öngöremeden, öngörmesi mümkün olmadan çocuk saflığıyla gülümsemeye devam etmiş. Gözlerimin önüne gelen iki görüntüden biri bu… Diğeri, onun 5 Mayıs 1981’de tutuklu olduğu Long Kesh H Tipi hapishanesinde, ölüm orucunun 61. gününde henüz 27 yaşındayken öldüğünde beliren görüntüdeki sefalete sürüklenen, ölümle kesintiye uğrayan ya da sonsuzluğu elde eden gençliği.
Şiirlerine baktığımızda onun ne denli cesur ve dolaysızca konuşan, dürüst ve net biri olduğunu görebiliyoruz. “Adımı şanım yürüsün diye kazımadım, beyaza boyanmış duvara. Korkuyla yazdım. Bobby Sands buradaydı diye.”
Korktuğunu söyleyecek kadar cesur ve içten
Bobby korktuğunu söyleyecek kadar cesur ve içten. Bobby, hapishane koşullarından da, oradaki işkenceci gardiyanlardan da ölümden de korkuyor, ama ondan alınmaya çalışılan bilgilerin hiçbirini ağzından kaçırmıyor. Çok korktuğu işkence ve ölüm pahasına sırları gizliyor. Boyun eğmiyor. Bu insanlık dışı koşullara rağmen koruyor ketumluğunu. “Voltayı yavaşlattım, bu korku yarışı hiç kazanılmayacaktı. Bazısı titrer, sarsılır, daha onlar kırmadan, endişe ederek bedeninden. Sonra, güz yapraklan gibi düşerler, henüz balta bile sallanmamışken.”
Sands, kanımca, öyle ince ruhludur ve narindir ki, hapishanede çöp konteynırına düşmüş, yarası derin ve hâlâ kanayan bir serçe gibidir. Ve üstüne sürekli yeni çöpler atılıyordur. Söz konusu kitabın 30. sayfasında şu satırları yazdığını görüyoruz; “Dakikaların sonsuzluklar doğurduğunu / Görmezler, / Dizlerinin üzerinde, gözyaşları içinde, dua ederken sen, / Yeni bir endişe değildir onlar için her ses, / Her gıcırtı, şeytanın ayak izi. / Baş ağrısında her dağınık düşünce / Bir savaş kazanmak değildir.”
“Diplock Mahkemesi”
Bobby Sands’in hayatına, politik mücadelesine ve şiirlerinde anlattıklarına bakıldığında, bazı tuhaf gerçekler de ifşa oluyor. Mesela Bobby, Margaret Thatcher hükümeti döneminde, Güney Tyrone bağımsız parlamenteri Frank Meguire ölünce, yapılan ara seçimde Britanya Parlamentosuna seçiliyor. Daha sonra, özgürlükçü ve demokrasi savunucusu İngiltere, cumhuriyetçi mahkûmların seçimlerde aday olmasına yasak getiriyor.
Bobby’nin kaldığı hapishanelerde yaşanan, yaşatılan işkenceler, mahkûmlara zorla imzalatılmaya çalışılan ifadelerle ilgili konuları şiirlerdeki satır aralarında ve Danny Morrsion’ın giriş yazısında okuduğumuzda akla ister istemez, senaryosunu Amerikalı sinemacı Oliver Stone’nun yazdığı, yönetmenliğini İngiliz Alan Parker’ın yaptığı Midnight Express filmi geliyor. Ve sanırım buradaki şans da birilerinin bu hapishane ve zorbalıkta yürütülen hukuk koşullarını senaryolaştırarak film haline getirmemesi bağlamında İngiltere’den yana oluyor.
Bobby, mahkemeye çıkarılıyor. Şiirin adı “Diplock Mahkemesi”; “Mahkûm kapısından çıkardılar beni. / Mezbahalık bir domuz gibi. / Ama domuzlara daha iyi davranılır,/ Dostum, mahkûmlara davranıldığından. (…) Üst tarafıma baktılar, alt tarafıma baktılar / Alaylı gülüşleriyle kestiler, / Nefret dolu bakışlar attılar / Dağlayan mızraklar gibi yakıcı. / Ve hepsi şöyle dedi: ‘Seni iyisinden bir otuz yıl yatırırız dostum’ (…) “İddia şahini ayağa kalktı / Bense avlık bir serçe gibiydim / Pörsümüş gagasından bir çığlık çıktı, / Beni olduğum yere mıhlayan. / Cesaret bite edemedim konuşmaya.”
Hapishane Şiirleri
Bobby Sands, Hapishane Şiirleri adlı bu kitabının ilk kısımlarında, “H Tipi Üçlemesi” adı verilen bölümü okuyoruz ve burada onun politik tutumu, hapishane koşullarındaki durumu ve acı çeken hali şiirlerde kendini açık açık gösterirken, şiirsel olmaya çalışmayan ama kendiliğinden şiir olan iç seslerini duyuyoruz. Sonra, sayfalar ilerliyor ve 73. sayfada “Anneciğim” adlı iç acıtıcı şiiri ile karşılaşıyoruz. Şiirin bir yerinde şöyle yazıyor; “Öyleyse, affet beni anne bir kez daha. / Seni eskiden bu kadar çok sevmediğim için. / Bana verdiğin hayat ve sevgi için / Sonsuzluğa şükrediyorum.”
Bobby’nin bir dava savaşçısı olmaktan öte narin bir şair olduğu bu satırlardaki sözlerinde daha da açık seçik koyuyor kendini ortaya. Ve buna şahit oldukça, hiç tanımadığım biri hakkında kırgınlık ve hüzün duymaya başlıyor, tanıdığım tüm şeylere yabancılaşıyorum.
Hapishane Şiirleri, Bobby Sands, Çev.: Gökçe Çataloluk, Ve Yayınevi, 2016
Bülent Uçar, Aydınlık Kitap, 16.9.2016, S. 229, s. 7